Yunan Mitolojisinden Efsaneler

İLK KADININ YARATILMASI
Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus , oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.

Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli  ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca "bütün armağan" anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dediki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" te vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.


TUFAN, DEUKALION VE İNSANLIĞIN YENİDEN DOĞUŞU
Kadını yaratarak insanları felakete ve ıstıraba sürüklenmesi Zeus'un öfkesini yatıştırmamıştı, üstelik Pandora'nın kutuyu açmasıyla tüm kötülükler yeryüzüne yayılmış, insanlar birbirleri ile kavga etmeye, savaşmaya, birbirlerini öldürmeye başlamışlardı bunun üzerine Zeus onlara çok daha büyük bir ceza vermeye karar verdi. Onları tamamıyla yok etmemek müthiş bir tufanın dalgaları arasında onları boğmak istedi.

Fakat Prometheus bu defa da insanların yardımına koştu ve Oğlu Deukalion'a Zeus'un planlarından bahsetti. Deukalion ve Epimetheus ile Pandora'nın kızı olan karısı Pyrrha Thessalia'da yaşıyorlardı. Deukalion Thessalia'nın kralıydı. Olacakları duyunca Babasının tavsiyesi ile üzeri kapalı bir kayık yaptı ve karısı ile onun içine girdi. Yağmurlar yağdı, sular kabardı, ortalık baştan başa deniz kesildi. Onlar dokuz gün dokuz gece boyunca dalagalar üzerinde çalkalanıp durdular. Onuncu gün sular alçalmaya başladı ancak ikisinden başka bütün insanlar boğulmuştu. Bu tufan felaketinden kurtula karı koca Othrys dağına yanaştılar ve karaya ayak bastılar.

Deukalion ve karısı daha sonra adalet tanrıçasının yanına gidip insanlığın tekrar yaratılması için yardım istediler. Adalet tanrıçası onlara ,Yüce Ana'nın yani Gaia'nın kemiklerini omuzlarının üzerinden atmalarını söyledi. Deukalion ve karısı önce buna çok şaşırdılar. Ardından Deukalion Yüce ana'nın toprak olduğunu hatırladı, buna göre kemikleride kayalar, taşlar olmalıydı. Taşları omzunun üzerinden fırlattığında bu taşlar erkek haline dönüştü, Pyrrha da fırlattı taşları, onun fırlattıkları da kadına dönüştüler. Böylelikle insan soyu yeniden başlatılmış oldu.





URANOS "GÖK" VE GAİA "YER"- AFRODİTİN DOĞUŞU

Evren oluştuktan sonra, onun üstünde yaşayacak ve ömür sürdürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi oğlu Uranos ile birlikte Titanları yarattı. Altısı dişi altısı erkek olmak üzere oniki tane olan Titanların isimleri; Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis idi.

Uranos ile Gaia, bundan sonra Kylops'ları dünyaya getirdiler. Tanrılara benzeyen ancak alınlarının ortasında tek gözleri bulunan Kylops'ların isimleri; Brontes, Steropes, Arges idi.

Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarına ellişer baş dizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes dediler.

Uranos tuhaf bir biçimde çocuklarından korkuyor, doğdukça onları yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia çok kızdı ve ondan yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Göğsünden parlak çeliği çıkararak onunla keskin bir tırpan yaptı, sonra çocuklarına planlarını anlattı.

Ama çocukları bu plandan korktular, yalnız en son doğan oğlu Kronos annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Uranos, Gaia'yı görmeye geldi. Konuştular biraz vakit geçirdiler; sonra yattılar. Hiç bir şeyden şüphelenmeyen Uranos, derin bir uykuya dalınca, Kronos geldi ve tırpanla babasını hiç acımadan biçip, vücudunun kanlı parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan büyük yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyes "Hiddet"ler, korkunç Geants "Dev" ler ve Meliades perileri doğdular. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarına gelince; onlarda beyaz köpüklere dönüştüler. Sonra kanlı et parçalarının meydana getirdiği bu beyaz köpükten genç ve güzel bir tanrıça olan Aphrodite doğdu. Onu dalgalar bir sedef kabuğu içersinde çiçeklerle süsleyerek Kıbrıs adasına götürdüler.


PERSEPHONE İLE HADES'İN AŞKI ve 4 MEVSİMİN DOĞUŞU

Persephone, Roma mitolojisinde,Proserpina olarak da bilinir. Tüm dünyaya buğday ekmekle görevli tanrıça Demeter'in Zeus'tan olan kızıdır. Demeter kızını çok sevmektedir. Günlerden bir gün kızının çığlığını duyar. onu arar ama bulamaz. bu yaşadığı acıyla Demeter dokuz gün boyunca dünyayı dolaşır ve kızını arar. Onuncu gün Güneş tanrısı Helios'a rastlar. Helios, ona Zeus'un gizli rızasıyla Hades'in Persephone'u kaçırıp ölüler ülkesi'nde ebedi karısı yaptığını açıklar. Demeter bu olaya isyan eder ve Olimpos'u terkederek insanlar arasında yaşamaya başlar. Yaşlı bir kadın kılığında Eleusis'e varır. Bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında oturur. Kuyudan su almaya giden kral Keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürürler. Böylece demeter kızların küçük kardeşi Demophon'un dadısı olur. Demeter, küçük çocuğa kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini ambrosia ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktadır. Bir gece çocuğun annesi olaya tanık olur ve dehşete düşer. Demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürür. Bu olay üzerine Demeter, kral Keleos ve eşinden özür dilemek için, Persephone'un kardeşi olan oğlu Tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verir ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emreder. Günler geçer ve Eleusis'te kaldığı süre içinde Demeter toprağı verimli kılmayı reddeder böylece açlık hüküm sürmeye başlar. insanların çektiği acılara üzülen tanrılar Demeter'e yakarırlar, o da kızını görmek şartını öne sürer. Zeus'un yardımıyla kızını yeraltı dünyasından çıkarmak ister. Yeraltı dünyasında birşeyler yiyenler yeraltı dünyasından ayrılamazlar. Yediği dört tane nar tanesi yüzünden Persophone yılın üç ayını yeraltı dünyasında , dokuz ayını ise dünyada geçirmeye mahkûm edilmiştir. Kızını görmenin coşkusuyla Demeter, toprağı çiçekler ve yapraklarla kaplar. Böylece ilkbahar olur. Kızının yeraltın dünyasında geçirdiği üç ayda ise kış olur. Yunan mitolojısinde baharın baslangıcı olarak Demeter anılır. Yanlız Persephone'de Kibirli Olmayışı Yüzünden Yavaş Yavaş Aşık Olmaya Başlamıştır Hadese.



PERSEUS VE MEDUSA

Perseus, Yunan mitolojisindeki önemli kahramanlardan biridir. Herakles'in ataları arasında yeralan Argoslu bir kahramandır.

Babası Zeus annesi ise Akrisios kızı Danae'dir. Perseus'un büyük babası Akrisios bir kahine gidip bir erkek çocuğunun olup olamayacağını sorar. Kahin ona kızı Danae'nin bir erkek çocuğu olacağını ve bu çocuğun onu öldüreceğini söyler. Korkuya kapılan ve kehanetin gerçekleşmesinden korkan Akrisios, yeraltına bronzdan bir oda yaptırarak kızını oraya hapseder. Zeus bronz odanın tavanıdaki bir yarıktan altın damlası şeklinde içeriye sızar ve genç kızla beraber olur. Bu birleşmeden Perseus doğar.

Perseus, Athena tarafından Gorgonlardan Medusa'yı öldürmekle görevlendirilir. Athena ve Hermes ona bu zor görevinde yardımcı olan tanrılardır. Perseus, Gorgoların (Stheno, Euryale ve Medusa) yerine gider. Onları uyurken bulur. Bu üç kızkardeş arasında yalnız Medusa ölümlüdür. Bu nedenle Perseus sadece onun başını kesip götürebileceğini anlar. Gorgolar, boyunları ejderha pullarıyla korunan, yaban domuzu gibi dişleri olan dişi canavarlardır. Bronz elleri ve altın kanatları vardır. Üstelik bakışları o kadar güçlüdür ki baktıkları her şeyi taşa çevirirler. Medusa'nın kesilen kafasından Pegasus (Kanatlı at) , Khrysaor adlı bir dev çıkar. Perseus daha sonra Medusa'nın başını Athena'ya teslim etmiştir.Yolculuğu sırasında Aithopia kralı Kepheus ile Kassiopeia'nın kızı olan Andromeda ile yolları kesişir. Kassiopeia kendi güzelliğini deniz tanrıçalarından daha üstün gördüğü için Poseidon'u kızdırmıştır. Poseidon Kraliçenin küstahlığını cezalandırmak için Aithopia'yı yok etmesi için bir deniz canavarı gönderir. Bir kehanet ocağının sözüne göre de Kassiopia'nın kızı Andromeda'nın bu deniz canavarına kurban edilmesi gerekir. Andromeda bir kayaya zincirle bağlanır ve canavarın gelişini bekler. Perseus kızı kurtarır ve onunla evlenir. Ancak düğünde Andromeda'nın amcası ve eski nişanlısı Phineus adamlarıyla gelir ve Andromeda'yı alıkoymaya kalkar. Bazı kaynaklara göre Perseus grubu tek başına alt eder. Ancak çeşitli yazılarda bunu Medusa'nın başını kullanarak yaptığı söylenir. Bazı kaynaklarda ise bu savaş sırasında Andromeda ölmüştür.Bu nedenle kaderin kız kardeşlerine giderek eşinin geri dönmesini istemeye çalışan Perseus, bu yolda bir tuzağa yakalanarak su dolu bir odada sonsuza kadar kalmak zorunda kalmıştır.


 ORION TAKIM YILDIZI

Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık olur. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek ister. Fakat Apollon kızkardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmaz. Kız kardeşini vaz geçirmek için çok uğraşır ancak Artemis onu dinlemez. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu gören Apollon, bu ilişkiyi kıskanmaya başlar. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'I vaz geçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verir.

Bir gün Orion denize yüzmeye girmiştir. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştır ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünür. Apollon kızkardeşini yanına çağırır, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin?" der. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilebilir ki? Yayını çeker ve okunu atar. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştur ama Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştur. Bu ölüm onu çok üzer, günlerce bulutların ardına gizlenir gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz olur. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldız olarak gök yüzüne çıkarmasını ister. Zeus kızının bu arzusunu yerine getirir ve Orion takım yıldızı olarak gökyüzünde yerini alır.






ARES'İN TALİHSİZ SERÜVENLER DİZİSİ


Yunan tanrıları içinde belki de en fazla utanç verici duruma düşen tanrıdır. Kimsenin sevmediği bu tanrı sık sık zor durumlara düşürülür. Bunların başında tunçtan bir küpe 13 ay boyunca hapsedilmesi gelmektedir. Günlerden bir gün Olimposlu tanrılar ziyafetteyken müthiş gürültülerle ayağa fırlarlar. Bir türlü Olimposlu tanrılar arasına kabul edilmeyen, bir ölümlüden doğan dev cüsseli Poseidon'un oğulları Othos ve Ephialtes tanrılara savaş açmışlar, gökyüzünü fırlattıkları dev kayalarla bombalamaya başlamışlardır. Üstelik, cüretkar yarıtanrı bu iki dev, sadece Olympos'a kabul edilmeye diğer tanrıları zorlamakla kalmayıp, en güzel tanrıçaları Athena ve Hera'yı da isterler. Hera ki Zeus'un karısıdır ! Zeus çok sinirlenerek bu işi halletmesi için Ares'i görevlendirir. Athena'nın alayları arasında savaş arabasına binen Ares, hışımla iki devin üstüne saldırır. Ancak, bir an tedbiri elden bırakır ve kalkanını indirir. Bu sırada devlerden birinin fırlattığı kaya Ares'i bayıltır. İki dev Ares'i tunçtan bir küpün içine kapatırlar. Ares'i diğer tanrılar hiç sevmeseler de iki güçlü tanrıçaya göz koyacak kadar yoldan çıkmış bu iki devin kazanmasını da istemezler. Tanrıların habercisi Hermes uzun aramalardan sonra 13 ay sonra ölmek üzereyken Ares'i bulur. Ares tekrar güneş ışığını gördüğünde Othos ve Ephialtes'in cezası çoktan verilmiştir. Ölüler diyarında yılanlar tarafından bir sütuna bağlanmışlardır. Yılanlar her defasında dayanılmaz acılar veren zehirlerini boşalttıkları ısırıklarla iki devi rahat bırakmazlar, omuzlarına tüneyen baykuşlar ise devamlı öterek beyinlerini tırmalarlar.

Ares'in Truva savaşına karışması da Olympos'un tanrılarının hiç sevmediği bir sonuç doğurmuştur, özellikle de Hera'nın. Ares, Truvanın yanında savaşa katılıp Yunanlıları öldürmeye başladığında eski bir defter yeniden açılır. Truva kralının çapkın oğlu Paris, üç güzeller yarışmasında Hera'yı değil Afrodit'i güzel seçmiştir. Truva savaşının nedenlerinden biri de zaten budur. Hera, doğrudan savaşa müdahil olmadan önce Zeus'un iznini ister. Zeus, karısının karışmasına izin vermez ama aynı yarışmanın diğer mağduru Athena'nın karışmasına izin verir. Athena'da Ares'ten en az Hera kadar nefret etmektedir. Savaşçılığıyla ünlü kahraman Diomedes'e destek vererek Ares'in üzerine saldırmasını sağlar. Ares, görmediği Athena'nın varlığını anlamadığı bir şekilde elinden mızrağı düştüğünde farkeder. Bu fırsatı değerlendiren Diomedes Ares'i yaralamayı başarır ve Ares Truva savaş meydanından çekilmek zorunda kalır.

Tanrılar tanrısı Zeus'un pek de sevmediği tanrı Ares bir destanda şöyle geçmiştir:

Bulutları devşiren Zeus yan yan baktı, dedi ki; Böyle ağlayıp durma dizimin dibinde dönek. Olympos'ta oturan tanrılar arasında benim en tiksindiğim tanrısın sen !

Ares 4 büyük yardımcılarıyla Phobos(korku), Deimos(dehşet), Eris ve Enyo ile tüm dünyaya dehşet verir.(Trakya'da katliamlar yapar. 3 nehir insan kanı akıtır.) Sonunda Olympos tanrıları Ares'e karşı savaş açarlar fakat ne yazık ki çıkan savaşta Olympos düşer. Phobos öyle bir korku salmıştı ki Zeus'un tamamen Olymposdan düşmesini sağlar. Fakat Ares sadece Olympos'a katılmak isteyip Zeus'u eski yerine geçirir. Böylece 5 tanrı, Ares ve yardımcıları, Olympos'un en büyükleri olurlar. Zeus yine de Ares'i sevmesede Ares'in bağlılık yemini sürekli devam ettirir.


PAN
Hermes'in bütün çocuklarının en efsanevi olanı, sürülerin, çobanların ve kırların tanrısı olan Pan idi. Pan dağlık Arkadia'da doğmuştu. Efsaneye göre Hermes genç bir Nympha ile evlenmek için kızın babasının yanında çoban olarak çalışmaya başlamış. Onun koyunlarını gütmüş ve kısa bir süre sonra hem babanın hemde kızın gönlünü kazanmış. Böylece sevdiği kızla evlenebilmiş. Bu evliliğin sonucunda keçi ayakları ve kuyruğu ile Pan dünyaya gelmiş. Alnında iki boynuzu çenesinde de bir teke sakalı varmış.

Ormanlarda, kayalarda ve mağaralarda yaşayan Pan, sürüleri göz etmekten, perileri seyretmekten, flüdünün ahenkli sesleri ile çobanları şaşırtmaktan büyük zevk alırdı. Ama bazen de kötü niyetli kötü bir varlık gibi ıssız yerlerde, dağ başlarında, yolunu şaşıran, tek kalan insanlara görünür onları korkuturdu. Öyle ki Pan, kırlarda aniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle insanları korkuttuğu için panik sözcüğüne de ilham kaynağı olmuştur. Bütün tabiat zevkleri ve aynı zamanda korkuları Pan'dan gelirdi.

Efsaneye göre göre Pan'ın âşık olduğu Syrinks tam Pan ona sarılacağı sırada saza dönüşür. Pan da üzülür ama bir yol bulur. Sazlardan yedi tanesini kesip balmumuyla yanyana yapıştırır, üfleyince ortalığa tatlı bir melodi yayılır. Pan çoban kavalını sever, azgın tekeler gibi güzel nhymphaların peşine düşerdi.

Marathon savaşı gecesi Persler'de bu şekilde panik yarattığı için, Atinalılar savaştan sonra tanrı Pan'a Akrapolis eteğinde bir tapınak yaptılar. Sonraları Pan'ı herşeyi yapabilir bir tanrı payesine çıkardılar. Pan aynı zamanda satirlerin yarı insan yarı keçi tanrısıydı.




MİDAS'IN KULAKLARI EŞEK KULAKLARIIII!

Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros (Keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başlamış ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başlamış. Bunun üzerine Apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar vermiş.

Apollon'un arkadaşları olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem olurlar. Apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletir. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çalar. Hakemler tereddüt ederler. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline alır. O kadar güzel o kadar hoş şarkılar çalar ki dağlar taşlar heyecandan titrerler. Marsyas Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kalır. Apollon anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırır. Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verir. Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmez ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirir. Midas kulaklarından öyle utanır ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başlar. Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farkeder. Midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışlar. Fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlanır. Birilerine söylemezse patlayacağını düşünür, diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkar. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açar ve oraya eğilerek yavaşça "Haberiniz varmı, Kral Midas eşek kulaklıdır" diye fısıldar. Berber, bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi olur ve çok rahatlar. Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştır. Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yayarlar... Ve işte ünlü efsanemiz Kral Midas'ın sırrı ortaya çıkar, ee tabii berberinde sonu malumdur..




HERMES

Efsaneye göre Hermes, daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan çıkan seslerle eğlenir. Bir gün kırlarda dolaşırken tanrı Apollon'un koruması altındaki inekleri çalar. Apollon olayı öğrenince çok kızar; cezalandırılması için Hermes'i kolundan tutup Zeus'a götürür. Ne var ki, Hermes'in lirinden çıkan sesler Zeus'u da ve Apollon'u da büyüler. Zeus, cezalandıracağı yerde Hermes'e kanatlı bir başlıkla bir çift ayakkabı vererek onu tanrıların habercisi yapar. Haberci Hermes ölülerin ruhlarını yeraltına götürür; çobanlarla, yolunu şaşıran yolculara kılavuzluk eder. Yaşlı Kral Priamos'u, Hektor'un ölüsünü almak için Aşil'in barınağına götüren de odur. Hermes'in İo efsanesinde de önemli bir görev üstlendiği görülür. Zeus, sevgilisi Superisi İo'yu kıskanç karısı Hera'dan kurtarmak için, onu ineğe dönüştürür. Hera ineği armağan olarak ister ve alır. Kocasının kendisini aldattığından kuşkulandığı için, başına da bekçi olarak 100 gözlü canavar Argos'u diker. Argos uyurken bile birkaç gözü açık kaldığından, her şeyi görür. Bu yüzden ona yanaşmak çok tehlikelidir. İo'nun kurtarılması için Zeus, Hermes'i görevlendirir. Hermes canavarın yanına oturarak eline lirini alıp tatlı tatlı çalmaya başlar. Bu hoş müzikle Argos'un gözlerinin tümü ağır ağır kapanır, giderek derin bir uykuya dalar. Hermes de uyuyan canavarın kafasını keser.



EUROPA VE ZEUS

Europa, Suriyeli çok güzel bir kızdır. Öyle ki, parlak teni, göz alıcı bakışları ile dillere destan olmuştur. Eğlenceyi ve gezmeyi çok sever Europa. Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirir.Yine böyle bir gün, deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken, Zeus Europa'yı görür. Onun güzelliği baş tanrının aklını başından gider. Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeli' ye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girer ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başlar. Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardır, ona yaklaşarak sevmeye başlarlar. Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapanır. Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturur.Tam arkadaşlarıda ona katılacakken boğa birden ayaklanır ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başlar. Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş, durulmuştur. Boğa dalgaları yararak, denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaşır. Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bırakır , boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döner ve ona kendisini tanıtır. Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırlarlar. Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez. Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur.




ODYSSEUS'UN SERÜVENLERİ

Odysseus, Truva Savaşı'ndan sonra İthake'ye dönmek için gemisine binip yola çıktığını, ama çok geçmeden sert bir fırtına yüzünden Lotophagoi (Lotus Yiyenler) ülkesine sürük­lendiğini anlatır. Bazı denizciler orada Lotus' un meyvesini yedikleri için yolculuğun ama­cını unutur, arkadaşlarını bile tanımazlar. Odysseus onları zorla gemilere bindirip yeni­den yola çıkarır. Derken dev soyundan, tepegöz yaratıklar olan Kikloplar'ın yaşadığı bir adaya çıkarlar. Orada, Polyphemos adlı dev Odysseus'un altı arkadaşını öldürerek yer, ama dev uyurken Odysseus bir sopayla onun gözünü kör ederek kaçmayı başarır .

Polyphemos'un elinden canlarını kıl payı kurtardıktan sonra rüzgârlar tanrısının adası­na varırlar; tanrı onlara, dönüş yolculuklarını engelleyebilecek bütün rüzgârların içinde ha­pis tutulduğu bir torba verir. 10 gün sonra tam İthake'ye yaklaşırken, meraklarını yene­meyen tayfalar Odysseus uykudayken, içinde ne olduğunu görmek için torbayı açınca, ne kadar rüzgâr varsa dışarı çıkar ve korkunç bir fırtına kopar. Gemiler İthake'den çok uzakla­ra sürüklenir. Çok geçmeden de Laistrygon adlı dev yamyamların yaşadığı bir ülkeye varırlar. Yamyamların saldırısına uğrayan ge­micilerden yalnızca Odysseus'un gemisindeki-ler canını kurtarabilir. Kalan bu tek gemideki denizciler, acı ve umutsuzluk içinde, tanrıça Kirke'nin yaşadığı adaya varırlar. Büyücü olan Kirke, sarayında düzenlediği şölene ça­ğırdığı denizcilerin çoğunu domuza dönüştü­rür. Ne var ki, Odysseus tanrı Hermes'in verdiği sihirli bir otun yardımıyla onların imdadına yetişir. Kirke de büyüyü bozmaya razı olur. Odysseus ile arkadaşları bir yıl Kirke'nin sarayında kalırlar. Ama sonunda İthake'ye dönme istekleri ağır basar ve yeni­den denize açılırlar. Ancak önce İthake'ye değil, bilge kâhin Teiresias'ın ruhuna akıl danışmak için ölüler ülkesine doğru yola çıkarlar. Teiresias, Odysseus'u yolculuk sıra­sında karşısına çıkacak tehlikelere karşı uya­rır, bunlarla başa çıkabilmesi için öğütler verir.
Gerçekten de serüvenler birbirini kovalar, ama Odysseus hepsinden de sağ çıkmayı başarır. Şarkılarıyla erkekleri sarhoş edip ölüme sürükleyen güzel sesli Sirenler'in tehli­keli büyüsünden kurtulduktan sonra bir yan­da canavar Skylla'nın, öte yanda Kharybdis anaforunun bulunduğu boğazı da sağ salim geçer. Sicilya kıyılarına çıktıklarında Odysse­us arkadaşlarını koyun ve sığır sürülerine dokunmamaları için uyarırsa da, onlar bu uyarıya kulak asmaz. Ne var ki, kesip yedikle­ri koyunlar gerçek ve ışık tanrısı Apollon'un malıdır ve Apollon onları tam adadan ayrılır­ken korkunç bir fırtınayla cezalandırır. Gemi bir yıldırımla paramparça olur, tayfaların tümü boğulur. Tek başına kurtulan Odysseus dokuz gün denizle boğuştuktan sonra bugün­kü Malta Adası olduğu sanılan, Kalypso'nun yaşadığı adada karaya çıkar.

Eve Dönüş
Bu acılı öyküden Kral Alkinoos öyle duygula­nır ki, yurduna geri dönebilmesi için Odysseus'a hem bir gemi, hem de tayfa verir. Bu kez Odysseus sağ salim İthake'ye varır. Derin bir uykudayken dost denizciler onu yavaşça ku­mun üzerine yatırırlar. Uyanınca Athena ona Penelope ile evlenmek isteyenlerden söz eder ve Telemakhos'u öldürmeyi planladıklarını anlatır. Tanınmasın diye Odysseus'u dilenci kılığına sokar ve ona yardım etmesi için gizlice Telemakhos'u getirir. Yalnızca Tele-makhos ve sadık bir uşak Odysseus'un kim olduğunu bilmektedir. Odysseus ne yapacak­larını planlarken hep birlikte uşağın kulübesi­ne sığınırlar. Penelope'yle evlenmek isteyen­ler, Odysseus'u dilenci sanarak kendi sarayın­da aşağılarlar.



Penelope sonunda, her kim Odysseus'un büyük yayını germeyi başarırsa onunla evle­nebileceğini söyler. Herkes dener, ama bu işi kolayca başaran hâlâ dilenci kılığındaki Odys­seus olur. Üzerindeki yırtık pırtık giysileri atınca kim olduğu ortaya çıkan Odysseus, Telemakhos'un yardımıyla, Penelope ile ev­lenmek isteyenleri birer birer öldürür. Penelope'nin bile tanımakta güçlük çektiği Odysseus'un çilesi son bulur, karısına ve evi­ne kavuşur.



PSYCHE

Aşkta güven... Aşk nasıl da kör olmaktır, karanlıkta sevgilinin yüzünü ancak dokunarak görebilmektir, onun istediklerini yapmak, bundan sonsuz mutluluk duymaktır, bu mutluluksa karşılık bekleyerek ya da içerde kuşkular (sinsi sinsi) taşıyarak olacak iş değildir...

Yunan mitolojisi ne de güzel sembollerle anlatmıştır “güven”i ve “teslimiyet”i... İşte Psyche’nin hikayesi bunun en içten anlatımıdır.

Psyche, bir kralın üç kızından biriydi; fakat o kardeşlerinden farklı olarak o kadar büyüleyici bir güzelliğe sahipti ki herkes Afrodit’i bırakmış, ona tapınmaya başlamıştı. Afrodit tapınağının sunakları artık bomboştu ve herkes hediyelerini Psyche’ye götürüyordu. Bu durumdan aşk tanrıçası Afrodit küplere biniyor, kıskançlığından çatlıyordu. İntikam almak için iş başa düşünce oğlu Eros’a gitti ve onun için Psyche’ye cezasını vermesini istedi.

Halk, Psyche’ye taparken babası ve Psyche bu durumdan hoşnut değillerdi, çünkü Psyche artık aşık olmak ve evlenmek istiyordu, fakat kimse bir kralın kızı olan bu büyüleyici kadına yaklaşmaya cesaret edemiyordu.. Halkın gözünde Psyche artık tanrıçalaştırılmıştı. Bu duruma üzülen kral, ailesini alıp geleceği sormak için bir kahine gitti. Kahin, Psyche’nin mutluluğu için onu alıp bir dağın tepesine çıkmaları gerektiğini, ordaki uçurumun kenarında bekleyen Psyche’yi dev bir kara yılanın gelip alacağını ve kocasına götüreceğini söyledi. Önce bu duruma çok üzülseler de başka çözümleri olmadığını anlayan aile, kızlarını uçurumun kenarına götürdüler ve o sırada pamuk gibi beyaz bir bulut geldi, Psyche’yi içine aldı ve kız derin, yumuşak ve ılık bir uykuya daldı. Bulut onu çok uzakta bir sırça saraya götürdü. Psyche gözlerini açtığında etrafında onun hizmetkarları olacak melekler vardı.

Hizmetkarları Psyche’nin bir dediğini iki yapmıyorlardı ve Psyche günlerini sadece gece odası kapkaranlıkken gelen kocasını bekleyerek geçiriyordu. Eşinin Psyche’den sevgisi karşılığında tek istediği, onun yüzünü görmeye çalışmaması ve ona sonsuz güvenmesiydi. Psyche de bu durumdan memnundu, çünkü kocası da çevresindeki diğerleri de her istediğini yapıyorlar, onu çok seviyorlardı.

Gel zaman git zaman, Psyche mutsuz olmaya başladı, çünkü kocası onu bu altın kafeste mutlu etse de ailesini özlüyordu, onları görmek için çıldırıyordu. Bir gün kocasına bu isteğinden bahsetti, kocasıysa bir şartla gidip onları görebileceğini söyledi; Psyche’den bir şey yapmasını isterlerse onu yapmayacaktı... Psyche’nin isteği karşılığında bu, çok kolay bir şarttı..

Ailesinin yanına gittiğinde hepsi onu özlemle karşıladılar. Hepsi birbirini çok özlemişti, onu çok merak etmişlerdi, bir sürü sorular soruyorlardı ve duyduklarıyla dehşete düşüyorlardı. Psyche, kocasını sadece geceleri yanında bulduğunu ve asla yüzünü göremediğini ama çok iyi kalpli bir insan olduğunu ve onu çok sevdiğini anlatınca kızkardeşleri kıskançlıktan çatlarken, gayet fesatça bir fikir ürettiler; belki de Psyche’nin kocası gerçekleri saklamaya çalışan bir canavardı ya da o kadar çirkindi ki bundan çok utanıyordu... Fesatça fikirlerinin ardından, Psyche’nin kafasını bir sürü sorularla doldurdular, ve ona bir gece kocası uyurken bir hançer alıp mum ışığında bakmasını söylediler.

Psyche eve döndüğünde aklını bu sorular kemiriyordu ve akşam merakına yenik düştü, kocası uyumuşken eline bir mum, bir de canavarsa ve uyanıp saldırırsa diye hançer alıp kocasının yüzüne doğru eğildi. Güllerle kaplı bir yatakta yatan dünyanın en yakışıklı, en mükemmel erkeğini, kocaman beyaz kanatlarını ve yanında duran bir okla yayları gördü. Kocası aşk tanrısı, Eros’tu. Psyche adeta büyülenmişti ve kocasına bir kez daha aşık olmuştu. Bakarken, elindeki mumu unuttu, ve dalgınlığından mumdan kızgın bir damla Eros’un kanatlarına damladı. Damlanın verdiği sıcaklıkla uyanan Eros, ondan istediği tek şeyi de yapmayan Psyche’yi görünce hayalkırıklığına uğradı ve pencereden uçarak onu terk etti.

Psyche ne yapacağını şaşırdı, teker teker tüm tanrılara gidip Eros’u ona geri dönmesi için ikna etmelerine yalvardı, fakat Eros Olimpos Dağı’nın tepesinden Psyche’yi sadece seyrediyordu, onu hala çok seviyordu fakat yaşattığı hayalkırıklığını unutamıyordu. Psyche, son şansı olarak kendisinden nefret ettiğini bildiği Afrodit’e yalvarmaya gitti. Afrodit ise onu soğuk ve düşmanca bir gülümseyişle karşıladı, ve onun iyi bir eş olup olamayacağını test edeceğini söyledi(kaynana). Psyche’ye yapmadığını bırakmadı, önce bir sürü tahılın içinden tane buğdayları ayırttı (neyse ki karıncalar yardımına koştu), sonra da gidip altın koyunların tüylerini kırpmasını istedi (bu vahşi koyunları kırpması ve yünlerini eğirmesi için çoban yardımcı oldu ve öğlen hepsini kavalıyla uyuttu), son olarak da Hades’in karısı Persephone’den büyülü makyaj kutusunu almasını ama ne olursa olsun kutunun içine bakmamasını söyledi. Malesef Psyche bir kez daha merakının gazabına uğradı ve zor da olsa alabildiği kutunun içini açıp baktı, kutunun içindeyse gözle görülebilir bir şey yoktu; sadece ölüm uykusu...

Psyche orada uyuyakaldı ve nefes alışı durdu. Bunu gören Zeus daha fazla dayanamadı, Eros’u yanına çağırdı ve buna bir son vermesini, artık onu affetmesini söyledi. Eros, gidip Psyche’yi alıp Olimpos Dağı’na getirdi. Zeus’un önünde Psyche’ye önce ambrosia içirip ölümsüzlüğe kavuşturdular, sonra da Psyche ile Eros evlendi. Tanrı ve tanrıçaların arasında sonsuza dek mutlu yaşadılar. Ah..

Güven, aşk... "Aşk"ını bulmuş bir "ruh"..




DAPHNE'NİN DEFNE AĞACI OLUŞU

Bir gün Apollon Thessalia'da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız gördü. Bu güzelin adı Daphne idi ve Apollon görür görmez ona aşık olmuştu. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamak avlamak en büyük eğlencesi idi. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu. Dahası Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti. Erkeklerden nefret ediyordu bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.

Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. Ormanda karşılaştıklarında Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı. Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, Daphne korkmuştu bir kere. Yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı.

"Ey toprak ana beni ört beni sakla, kurtar"

Toprak ana onun yakarışını duymuştu, az sonra Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. Gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.

Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı. O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.




1 yorum: